Bir filmsever olarak 2015'te beni etkileyen yapımlardan birisi The Revenant filmidir. Yönetmen Alejandro Gonzalez Innaritu'nun bir fanı olmasam da seyrettiğim filmlerini farklı yönlerden beni etkilediğini söyleyebilirim. Ayrıca filmin benim için daha ilgi çekici olmasını sağlayan Leonardo DiCaprio'nun ve Tom Hardy'nin eserlerinin genel olarak hayranı olduğumdan The Revenant benim için 2015 yılı boyunca Star Wars'dan sonra merakla beklediğim filmlerden birisi olmuştur.
The Revenant'ın ilk fragmanı nete düştüğünde gördüklerim beni epey büyülemişti. Doğanın kullanımı, Leonardo DiCaprio ve Tom Hardy'nin muazzam surat ifadeleri, Leo at kullanırken kameranın gösterdiği açılar ve muazzam ayı sahnesi... Mad Max'in fragmanını tekrar tekrar seyretmekten yorulmuştum ve bu fragman resmen aynı hissiyatı doğurmuştu ben de. Diğer yandan ise kendime kızıyordum çünkü o ayı sahnesini görmeyip filme gitsem çok daha güzel olabilirdi diye düşünüp dert yandım. Bu yüzden ikinci fragmanı hiç dokunmamaya çalıştım ama daha sonra çok fazla övülünce dayanamayıp sadece bir kez seyrediverdim. İnanır mısınız bilmem ama filmden sonra o fragmanı tekrar seyrederseniz eğer aslında ikinci fragman tarihin en kötü fragmanıdır çünkü filmin hikayesini tertemiz şekilde anlatmıştır. Eğer o ikinci fragmanı ciddi şekilde seyretseydim bu film beni çok kötü bir şekilde hayal kırıklığına uğratabilirdi açıkçası.
Alejandro'nun Birdman'de yarattığı etki ile DiCaprio ve Hardy'nin birleşimi, daha sonrasında ise bu fragmanlar doğal olarak beklentilerimi çok yükseltti. Beklentilerimin çok yüksek olması pek istemediğim bir şeydir çünkü bundan dolayı yaşadığım hayal kırıklıklarının sayısı aşırı fazla. Mad Max filmine giderken çok korkuyordum açıkçası ama Mad Max filmi daha film başladıktan kısa süre sonra kendini gösteren aksiyon fırtınası ile beklentilerimi bir çırpıda silip filmin içine çekmişti direkt beni. Aynı şeyi The Revenant yapabilir miydi peki? Büyük ihtimalle yapmayacaktı. Böyle söylüyorum çünkü filmi seyrederken beklentilerim epey azalmıştı. Sevdiğim bazı eleştirmenler filmi beğenmedi ve bunu görmek bile bana inanılmaz hayal kırıklığı yaşatttı.
The Revenant filminden çıktığım zaman ise yaşadığım his neydi peki? Tatmin olmak. Yüzümde gülümseme vardı. Bir de feci üşüyordum orası ayı. Film sonrası kahve içmek inanılmaz tatlı oldu o yüzden. Üşümemin sebebi salonun soğuk olması değildi, soğuk içki aldığım için de değildi, üzerimde beni her daim sıcak tutan giysiler de vardı. Film üşümemi sağladı. Filmleri çok güzel yapan elementlerinden birisi bu değil midir? O atmosferi hissetmenizi sağlamak? Benim için The Revenant'ı diğer filmlerden farklı kılan çok önemli sebeplerden birisidir bu. Kışın dondurucu soğuğunda doğanın size düşman oluşu beni derinlemesine etkiledi. John Steinback'in Beyaz Diş adlı romanındaki sayfalarının içinde çıkan cümlelerin canlanışını görüyorsunuz devasa ekranda. Soğuğun sizi ele geçirişini, soğuğun sizin için büyük bir düşman olduğunu ve soğuğun içinde sizi sıcak tutan bir kürkün veya bir atın içinin sıcaklığının ne kadar önemli olduğunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz.
Doğayı mahveden insanları da çeşitli filmlerde seyrettik, çeşitli hikayelerde okuduk ve Assassin's Creed de oyununu bile oynadık. Bu filmin ekstra bir getirisi var mı? Hayır. Kızılderililerin, postlardan geçim sağlayan yabancıların hissiyatlarına yabancı kalmıyorsunuz. Aynı zamanda intikam hikayeleri de gayet sıradanlaşmış bir konudur. Bu filmde diğerlerinden farklı bir şey sunmuyor bizlere. Sanatı ölümsüz ve güzel kılan oysaki dinlediğimiz bütün insanlık hikayelerinin dünya üzerinde izler bırakması ve medeniyetin daha fazla gelişmesine olanak sağlaması. Dar olan bakış açımızı bu hikayeleri dinleyerek, okuyarak, seyrederek biraz daha genişletiriz. Böylece hayatın kendisine daha kolay adapte olur, daha olgunlaşırız. Bu film büyük pencerede bize farklı bir şey sunmuyor bu yüzden fakat küçük detaylara el atarsanız sunduğu çok önemli mesajlar var.
Bunlardan en önemlisi hayatta kalma içgüdümüz. Bu filmin en önemli değerlerinden birisi budur. Oğlunu yani hayatını kaybetmiş olan bir insanın intikam motivasyonunu görüyorsunuz, evet ama diğer yandan bu intikamı gerçekleştirmekten daha öncelikli bir sorun varsa o da sizi zorlayan doğa koşullarının içinde hayatta kalacağınızdır. Leonardo DiCaprio'nun Oscar kazanmasının benim için varsa bir sebebi salyasını akıtması, sürünmesi ya da bir ayı tarafından parçalanması değil; bana o hayatta kalma içgüdüsünü sürekli ve sürekli hem mental hem de duygusal şekilde gösterebilmesidir. Filmi seyreden bir seyirci olarak yaşadıklarının çok fazla aşırıya kaçtığını kesinlikle düşünüyor olabilirsiniz fakat eğer siz Hugh Glass'sanız (ki kendisi gerçekten hem o ayı saldırısından hem de doğa saldırısından kurtulabilmiş birisi) temel hedefiniz önünüze çıkan bütün engellere rağmen hayatta kalmak istersiniz. Karşınıza çıkan bütün sorunları kafanızdaki intikam düşüncesi bir kenara hayatta kalmak için çözmeye çalışırsınız. Böylesi bir adrenalin ne kadar bir seyirci gözüyle bakarsak mantıksız olsa da, o anı yaşayan birisi olarak düşünürseniz eğer gayet mümkün olabilir. DiCaprio'nun bu konudaki performansı ve Alejandro'nun yarattığı atmosfer bu yüzden inanılmaz. Hikayenin kendisi inanılmaz değil, hikayenin uygulanışı inanılmaz. Bu uygulanışı yansıtabilmek ise her insanın harcı değildir.
Film içindeki küçücük motivasyonlar (paranın önemi, hayatın önemi, erdemliğin önemi, ailenin önemi, doğanın önemi) filmin içindeki diğer küçük mesajlardır. İnsanın insana karşı mücadelesi kadar insanın doğaya karşı mücadelesini seyredersiniz bu filmde. Filmin ayrıca gösterdiği diğer önemli şey ise doğanın size sürekli karşı oluşu değil, size bazen yardım da etmesidir. Belki böyle filmler daha önceden de çıkmıştır ama sinemanın içindeyken böyle bir atmosferin içinde olmak tamamiyle büyüledi beni ve bu yüzden The Revenant diğer filmlerden farklı bir yerde olmuştur benim için.
Yazılacak çok fazla detay içinde özetleyebileceğim şeyler bunlar sadece. Filmdeki doğadan her kare beni mest etti. Doğanın hem güzel hem de ölümcül yanını gösterebilmek büyük bir emek ister. Alejandro Gonzalez Innaritu böylesi bir fikirle yola çıkıp bize bunu sunabildiği için ve birçok insana bunu hissettirebileceği için (ki yeşil ekran karşısında da bunu yaptırabilirdi (!) ) büyük bir saygı hak ediyor. Leonardo DiCaprio, The Wolf of Wall Street'de çıplak kadınların ve paranın içinde yüzdüğü kısaca hayatın keyfini çıkarabildiği bir ortamdan kendisini sınayan ve zorlayan, kamera karşısındayken etrafında hiçbir insanın olmadığı tamamiyle sağlığını zorlayacak derecede soğuk bir ortama geçebildiği için saygıyı hak ediyor. Tom Hardy, bir aksanı daha ne kadar profesyonelce yapabilir bilemiyorum ama en basitinden sırf bunu yapabildiği için saygıyı hak ediyor. Sırf bu küçük detayların büyük kahramanları oldukları için The Revenant gerçekten çok özel bir film ve benim için her daim farklı bir anlamı olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder